TANRISAL SUDAN SARNIÇLARA – UĞUR ULAKCİ

 

TANRISAL SUDAN SARNIÇLARA

Yaratılışın başlangıcında çeşitli inanışlara baktığımızda su ya ilk ve temel öz ya da kozmogonide önemli bir rol oynamaktadır. Hayatımızda suyun yeri düşünüldüğünde bu yadsınamaz bir gerçektir.

Sümer mitolojisinde iki su varlığından (Apsu ve Tiamat) evrenin yaratıldığının anlatıldığı Enuma Elish destanı, suların kaos ve düzenin başlangıcı olarak kabul edildiği anlatır. Yakın coğrafyasındaki Mısır mitolojisinde birden fazla yaratıcı tanrı olsa da hanedanlığın en güneyinde, Nil’in kaynağıyla ilişkilendirilen tanrı Khnum, başlıca yaratıcı tanrı olarak kabul ediliyordu (1). Antik Yunan felsefesinde su, evrenin temel öğelerinden biri olarak kabul edilmiştir. Filozof Thales suyu, evrenin ilk maddesi olarak kabul eder. Thales, her şeyin sudan türediğini ve suyun evrenin özünü oluşturduğunu savunmuştur. Tekvin (1:2)’de yer alan “Tanrı’nın Ruh’u suyun yüzeyinde hareket ediyordu”, Hristiyanlıkta da, yaratılışla ilgili benzer bir anlayış vardır. Su, vaftiz ile birlikte arınma ve yenilenmenin simgesel bir anlamıdır. Kur’an’da başka bir örnek karşımıza çıkar; ‘Biz canlı olan her şeyi sudan yarattık.’ (Enbiya, 21:30). Bunun dışında Hint öğretisi Rigveda’da su tanrısı Apas, evrenin temel unsurlarından biri olarak betimlenir. “O Apas, senin içerisinde bütün dünyaların temeli vardır; senin suyun her şeyin kaynağıdır.” (Rigveda 10.9.1). Geleneksel Türk inançlarında da suyun yeri önemlidir. Türklerin Hıdrellez günü, dileklerini suya yazıp atması ya da deniz geçmenin büyüleri bozacağına dair inançlar örnek olarak gösterilebilir. (2)

Sadece din özelinde değil Hitit yargı sisteminde de su oldukça karar merci durumundadır. Su ordali olarak bahsedilen suçlunun suya atılarak infazın gerçekleştirildiği bir yöntem söz konusudur. Bu sistemde eğer suya atılan kişi, sudan çıkmayı başarırsa suçsuzluğunu kanıtlamış olur ancak bunu başaramazsa tanrıların onu aldığı kabul edilirdi (3)

Suyun bu kadar önemli olduğu bir evrende, su gerek dinleri gerek kültürleri gerekse mimariyi etkisi altına almıştır. Suyun dinler ve farklı kültürlerdeki önemine göz kırptıktan sonra konumuzun temel taşı sarnıçları dünyadaki örnekleriyle geçmişten günümüze irdeleyebiliriz. Gerçi şu günlerde biz her ne kadar sarnıç olarak adlandırsak da Anadolu’da Kerhiz, Kastel gibi isimlerle de karşımıza çıkmaktadır. Sarnıç kelimesi “küçük havuz” anlamında Arapça kökenli “Sahrīj” dan gelmektedir. (4) Avrupa dillerinde ise hepimizin aşina olduğu ismiyle Cistern. Cistern veya Cisterna gibi kelimeler, genellikle bireysel su depolarını ifade eder. Büyük ölçekli su depoları için daha çok reservoir (rezervuar) terimi kullanılmakta. Biraz önce de belirttiğim gibi Arap dünyasında Sahrīj ve Farsça Āb Anbār gibi terimler kullanılır. Bunlar genellikle kamuya açık su depolarını veya avlulardaki su havuzlarını ifade eder. Çin ve Japon dillerinde kullanılan terimler daha çok pirinç tarlalarını sulamak için sulama sistemleri ve barajlarla ilişkilidir; Xùshuǐchí, Chosuisō. Yunancada sarnıçlar için kendine özgü bir kelime olan Dexameni kullanılır. Bu kelime, bir çok dilde olduğu gibi su alan veya suyu tutan yer anlamına gelir.

Sarnıçlar, insanlığın su yönetimiyle ilgili ortak bir çözümü olmakla birlikte, her toplumun coğrafi koşullarına, teknoloji seviyesine ve kültürel değerlerine göre farklı şekillerde inşa edilmiştir. Bu nedenle terimsel farklılıklar da kültürel ve yapısal değişimlere bağlı olarak gelişmiştir. Tarihsel olarak baktığımızda sarnıçların neolitik çağdan itibaren karşımıza çıkması oldukça mümkündür. Neolitik döneme tarihlenen sarnıçlardan karşımıza Azoria Arkeolojik Alanı’nda (Girit) yer alan bir sarnıç çıkmakta. Minoan kültürüne ait olduğu sanılan Chamaizi’de bir evin merkezinde bulunan sarnıç benzer dönemlerin ürünüdür. Zaten bahsi geçen iki bölge Girit Adası’nda birbirine yakın iki antik bölgeden müteşekkildir. Azoria’nın kuzey doğusunda konumlanan Chamaizi sarnıç yapısı daha çok kuyuyu andırmakta. Genel olarak küçük Ege adalarında ve Yunan anakarasının yarı kurak bölgelerinde, surlarla çevrili yerleşim alanlarında, özellikle akropol gibi yüksek noktalarda, ne doğal su kaynakları ne de derin kuyuların olduğunu bilmekteyiz. Halkın su ihtiyacını güvence altına almak amacıyla, özellikle kuşatma anlarında, kış mevsiminde yağmur suyunun toplanabilmesi için sarnıçların inşa edildiği aktarılmaktadır. (5)

Roma dönemini incelediğimizde önümüzde sayısız örnek bulabiliriz. Bunlar arasında karşımıza Roma İmparatorluğu sınırları içerisinde konumlanan en büyük sarnıçlardan biri olan günümüzde Napoli’de bulunan Piscina Mirabilis çıkmakta. Bu büyük sarnıcın planı 72 m’ye 27 m olup, 15 m yüksekliğindedir. Bu sarnıcın, Serino su kemerinden beslendiği anlatılmaktadır, Serino su kemeri, yedi kola sahip olup 96 km uzunluğundadır ve Pompeii, Herculaneum gibi birçok şehre su sağlamıştır. Büyük Roma sarnıçları ayrıca İspanya, Yunanistan, Tunus ve Anadolu’da da inşa edilmiştir (6). Anadolu demişken, burada fırtına suları ile beslenen sarnıçların keşfedildiğini aktarmalıyım. Pamphilia içerisinde Trebenna’daki Kastron kapısının güney yamaçlarında bulunan sarnıcın, Akropolis’ten gelen fırtına sularıyla beslendiği düşünülmektedir. Benzer bir su depolama yöntemi, Likya’daki Andriake’de bulunan bir başka sarnıç için de öne sürülmüştür. Pamphilia’nın batısında, Lyrboton Kome’de ise, yüksek kayalık bölgelerden akan fırtına suları ile beslenen en az beş sarnıç bulunmuştur. Aynı zamanda, erken Doğu Roma dönemine ait köy yerleşimi Göynük Köte’de (Likya) keşfedilmiştir (7). Hazır Anadolu’nun bahsi açılmışken, aslında Roma dönemi öncesinde de bir çok sarnıç yapısı karşımıza çıkmaktadır. Bunlardan dünyadaki en eski su yapılarından hatta baraj demek daha doğru olacaktır Anadolu’da Hattuşaş (Boğazköy) yakınlarındaki Karakuyu’dur. M.Ö 2. binyıla (evet binyıl!) tarihlenen Karakuyu, Hititlerden bizlere emanet kalmıştır. Ve yine sarnıç olarak incelediğimizde M.Ö 14. Yüzyıla tarihlenen ve yine Hititlere ait olan bir yapıyla karşılaşıyoruz. Hattuşa akropolünde kayaya oyulmuş olan bu sarnıçlar, yağmur suları ile beslendiği aktarılmaktadır (8). Anadolu bahsini tekrar açacağız ancak şimdilik biraz daha Dünya’dan örneklerle devam edelim.

Doğu Roma İmparatorluğu döneminde Roma’dan miras kalan su sistemi ile Konstantinopolis’te sarnıç uygulamaları hız kesmeden devam etti. Belki de İstanbul enlerine birini daha ekler; dünyanın en çok sarnıç yapısına sahip şehirlerinden biri. Çünkü şehirde sadece tarihi yarımada içerisinde 183 adet sarnıç bulunduğu aktarılmaktadır. Bu sarnıçların 4 tanesi açık, 179 tanesi kapalı sarnıçtır. Bu açık sarnıçlar günümüzde “çukurbostan” adı verilen Aetius Sarnıcı (Karagümrük Stadyumu), Aspar Sarnıcı (Sultan Selim Çukurbostanı) ve Mokios Sarnıcı (Fındıkzade), Cağaloğlu Açık Sarnıcı. Tarihi Yarımada dışında bilinenler arasında Hebdemon (Bakırköy) Sarnıcı yer almakta. Hebdomon (Bakırköy) Sarnıcı, İstanbul’un fethinden sonra padişahın fillerinin ahırı olarak kullanıldığı için Fil Damı olarak da bilinmektedir (9). Enler konusunda hep çekinceli olmuşumdur ama ısrarla övmeyi belirtmem gereken önemli bir yapı daha var: Basilica Cistern nam-ı diğer Yerebatan Sarnıcı. Dünya’nın en büyük sarnıç yapılarından birisi kesinlikle. Araştırma kapsamında denk geldiğim sarnıçların bir tanesi bile Yerebatan Sarnıcı’ndan büyük değildi gerek depolama hacmi anlamında gerek depolama alanı açısından. 6. yüzyılda İmparator Justinanus tarafından inşa edildiği düşünülen sarnıç 336 adet sütuna, ortalama 140m uzunluğa, yine yaklaşık 70m genişliğe sahip devasa büyüklükte bir yapı. Roma’nın en büyük sarnıçlarından birisi olan Napoli’deki eş değerinden ortalama 3 kat daha büyüktür. Yerebatan sarnıcının hacmi yaklaşık olarak 88.200 m³, Piscina Mirabilis sarnıcının hacmi ise aşağı yukarı 29.160 m³’tür. Doğu Roma İmparatorluğu döneminde inşa edilmiş diğer ünlü bir sarnıç ise Atina Akropolündedir.

1204-1668 yılları arasında tarihlenen Venedik, Frank ve St. John Şövalyeleri dönemlerinde, Doğu Akdeniz’de yağmur suyunun toplanması ve depolanmasına yönelik sistemler gelişmiş şekilde daha verimli hale getirildiği tartışılmaz. Bu döneme ait örnekler arasında, Venediklilerin Rethymnon, Gramboussa Adası ve Viannos Vigla Kalesi’nde inşa ettiği sarnıçlar öne çıkmaktadır. Ayrıca, 1500 yılı sonrasında İraklion’da 500’den fazla sarnıcın bulunduğuna dair veriler mevcuttur. (5)

Osmanlı döneminde merkezi su sistemlerinin devreye girmesiyle sarnıç kullanımları İstanbul’da azalmış, ancak bu sistemlerin ulaşmadığı uzak bölgelerde kullanılmaya devam etmiştir. Örneğin Antalya’da yaklaşık 110 sarnıcın tespit edildiğini belirtilmiştir. Bu sarnıçlar; kuyulu sarnıçlar, merdivenli kuyu sarnıçları, beşik çatılı sarnıçlar ve tonozlu/kubbe sarnıçlar olarak sınıflandırılabilir. Antalya çevresindeki bu sarnıçlar, göçebe hareketlerinin bir ürünü olarak inşa edilmiştir. Ayrıca, bu sarnıçların dış yüzeyleri horasan harcı ile sıvanmıştır. Yine İstanbul dışında kırsal alanlarda daire planlı sarnıçlar ortaya çıkmıştır. 16. yüzyıla tarihlenen ve Osmanlı ordusunun ihtiyaçlarına hizmet eden azımsanmayacak sayıda sarnıç Güneybatı Anadolu’da özellikle Bodrum çevresinde bulunmuştur. (5)

Bu araştırmanın konusu olan sarnıçların kullanış amacı her ne kadar suyu depolama olarak görülse de tarihin çeşitli dönemlerinde bu amacının dışında farklı işlevleri de bulunmaktadır. Bu izleri Biblikal dönemde (Eski Ahit) rastlayabiliriz. Sarnıçlar bu dönemde yeraltı odaları, kaçakların saklanma yerleri, mezar yerleri ve hatta hapishane hücreleri olarak da kullanılmıştır. Yeremya 38:6’da Peygamber Yeremya, Kral Zedekiah’ın oğlu Malchaiah’a ait olan çamurlu bir sarnıçta tutuklu kaldığından bahsetmektedir. Kudüs ve İsrail Toprakları’nda birçok sarnıç keşfedilmiştir. Bazılarına göre, kutsal kitapta bahsedilen Ai şehrinin (Khirbet et-Tell) bulunduğu alanında, MÖ 2500 civarına tarihlenen, yaklaşık 1700 m³ kapasiteye sahip bir sarnıç keşfedilmiştir. Bu sarnıcın Yerebatan Sarnıcı’ndan yaklaşık 47 kat daha küçük olduğunu söyleyebiliriz.

Modern döneme baktığımızda özellikle Amerika Birleşik Devletleri’nde sarnıçlar itfaiye ekipleri tarafından kullanılmaktadır. Bu sarnıçlar özellikle yer altında ve ihtiyaç halinde rögar kapakları açılma suretiyle su kullanımı itfaiye araçlarınca gerçekleşmekte. Bu sarnıçlara örnek vermek gerekirse San Francisco, Chicago ve Houston’da bulunan sarnıçlar en bilinen örneklerdir. Bahsedilen sarnıçların sokak seviyesi kapaklarında Cistern – S.F.F.D ibaresi yani San Fransisco Firefighter Department (San Fransisco İtfaiye Birimi) yazmaktadır.

Yine modern zamanda bazı sarnıçlar müze olarak hizmet vermektedir. Dünyada bu tanıma uyan sarnıçlara baktığımızda akla ilk gelen ise şunlardır; Buffalo Bayou Park (Houston), Mae d’Agua dos Amoreiras (Lizbon), Portuguese Cistern (Mazagan-El Jadida), La Malga Cistern (Tunis), El Aljibe de la Alhambra (Granada), Castle Cistern (Riegersburg), Jawa Dam (Jordan)

Yine modern zamanda bazı sarnıçlar müze olarak hizmet vermektedir. Örneğin, Houston’daki Buffalo Bayou Park Cistern, 1926’da inşa edilmiş devasa bir yeraltı su deposuyken, bugün yankıların büyüleyici şekilde duyulduğu bir ses sanatı galerisi olarak hizmet vermektedir. Lizbon’daki Mãe d’Água das Amoreiras, 18. yüzyılda yapılmış olup dünyaca ünlü sanat eserlerinin dijital yansımalarıyla ve içindeki yansıma havuzu ile birlikte eşsiz deneyim hissettiriyor. Fas’ın El Jadida kentindeki Portekiz Sarnıcı, 16. yüzyılda yinr Portekizliler tarafından yapılmış ve iç mekandaki yansıma oyunlarıyla Orson Welles’in “Othello” filmine ev sahipliği yapmıştır. Tunus’taki La Malga Sarnıçları, Roma döneminden kalma olup Kartaca’ya su taşıyan Zaghouan su kemeri sisteminin son durağıdır ve mühendislik harikası bir yapıyı gözler önüne serer. El Aljibe de la Alhambra, Granada’daki ünlü Elhamra Sarayı’nın parçası olarak suyun estetikle buluştuğu bir İslam mimarisi örneğidir. Avusturya’daki Riegersburg Castle Cistern, Ortaçağ’dan kalma kalenin altında yer almakta olup dönemin hayatta kalma stratejilerinin izlerini taşır. Son olarak, Ürdün’deki Jawa Barajı, yaklaşık 3000 yıl öncesine tarihlenen, insanlık tarihinin bilinen en eski barajlarından biridir ve antik hidrolik mühendisliğin zirvesini yansıtmaktadır.

Uğur Ulakci

 

1- Salzman, M. R., Sweeney, M. A., & Adler, W. (2013). The Cambridge history of religions in the ancient world. Cambridge University Press.

2- Kıyak, A. (2013). GELENEKSEL TÜRK İNANIŞLARINDAKİ SU KÜLTÜ VE ELAZIĞ’DAKİ İZLERİ. Gümüşhane Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2(4), 22-39.

3- Özsoy, S. (2017). Hitit döneminde inşa edilen su yapılarının bilimin tarihsel gelişimi açısından değerlendirilmesi. Mavi Atlas, 5(2), 489-501.

4- Kerim, A., & Süme, V. (2018). İstanbul’un eski su kaynakları; sarnıçlar. Türk Hidrolik Dergisi, 2(2), 1-8.

5- Mays, L., Antoniou, G. P., & Angelakis, A. N. (2013). History of water cisterns: legacies and lessons. Water, 5(4), 1916-1940.

6- Mays, L. W. (2010). A brief history of Roman water technology (pp. 115-137). Springer Netherlands.

7- Erdoğan, O. (2021). Water Cisterns of Rural Settlements in Southern Anatolia in Late Antiquity and the Byzantine Period. Sanat Tarihi Dergisi, 30(2), 1039-1073.

8- Ozis, O. (1982). Outlook on ancient cisterns in Anatolia, Turkey. RAIN WATER CISTERN SYSTEMS.

9- Güngör, S. S. (2017). Tarihi Yarımada’daki Roma ve Bizans dönemi sarnıçları. Stratejik ve Sosyal Araştırmalar Dergisi, 1(2), 37-72.